Dostoyevski'nin 1866 yılında yayımlanan ve onu dünya edebiyatının ölümsüz ustaları arasına sokan başyapıtı "Suç ve Ceza", sadece bir polisiye romanın gerilimini değil, aynı zamanda insan ruhunun en derin ahlaki ve felsefi sorgulamalarını barındıran devasa bir psikolojik trajedidir. Roman, 19. yüzyıl St. Petersburg'unun bunaltıcı, sefil ve kalabalık sokaklarında, yoksullukla boğuşan, hukuk fakültesini yarıda bırakmış zeki ve gururlu bir genç olan Rodion Romanoviç Raskolnikov'un zihninde başlar ve büyük ölçüde orada devam eder. Eserin merkezinde basit ama sarsıcı bir soru yatar: Olağanüstü bir bireyin, daha büyük bir iyilik adına ahlaki yasaları çiğneme, hatta cinayet işleme hakkı var mıdır?
Konu
Raskolnikov, tabut kadar dar odasında açlıkla mücadele ederken, kendi zihninde geliştirdiği bir teoriyle yanıp tutuşmaktadır. Bu teoriye göre insanlar "sıradan" ve "sıra dışı" olarak ikiye ayrılır. Sıradan insanlar, yani "bitler", mevcut yasalara uymakla yükümlüdür. Oysa Napolyon gibi sıra dışı insanlar, yeni bir dünya kurmak veya insanlığa daha büyük bir fayda sağlamak için kan dökmek de dahil olmak üzere her türlü engeli aşma hakkına sahiptir. Raskolnikov, hem içinde bulunduğu sefaletten kurtulmak hem de kendisinin bu "sıra dışı" insanlardan biri olup olmadığını kanıtlamak için, toplum için bir parazit olarak gördüğü tefeci bir kadını, Alyona İvanovna'yı öldürmeyi planlar. Bu eylem, onun için sadece bir soygun değil, kendi felsefesinin nihai bir testidir.
Ancak planını hayata geçirdiği an, teorisinin pratik gerçeklik karşısında nasıl paramparça olduğunun da başlangıcı olur. Sadece tefeci kadını değil, tesadüfen olay yerine gelen masum ve ezik üvey kız kardeşi Lizaveta'yı da vahşice öldürmek zorunda kalır. Bu anlamsız ikinci cinayet, Raskolnikov'un "yüksek bir amaç" adına işlediği suçun tüm ahlaki zeminini çökertir. Cinayetin hemen ardından Raskolnikov, yasal bir cezanın çok ötesinde, kendi vicdanının ve ruhunun yarattığı dayanılmaz bir cezanın içine düşer. Ateşli bir hastalığın pençesinde, paranoya, hezeyanlar ve korkunç bir yabancılaşma duygusuyla kıvranır. İşlediği suç, onu sevdiği annesinden, kız kardeşinden ve en yakın arkadaşından, kısacası tüm insanlıktan koparan görünmez bir duvar örmüştür. Artık onun için asıl ceza Sibirya değil, kendi zihninin içindeki bu dipsiz cehennemdir.
Romanın dehası, Raskolnikov'un bu içsel mücadelesini, onun etrafındaki bir dizi unutulmaz karakter aracılığıyla derinleştirmesidir. Bir yanda, Raskolnikov'un zihnini okuyan, onunla kedi fare oyunu oynayan zeki ve tecrübeli sorgu yargıcı Porfiri Petroviç vardır. Diğer yanda ise Raskolnikov'un teorisinin en karanlık ve ahlaksız yansıması olan, her türlü ahlaki sınırdan arınmış Svidrigaylov bulunur. Fakat Raskolnikov'un kurtuluşunun anahtarı, bu entelektüel ve ahlaki uçurumların hiçbirinde değil, en saf ve en beklenmedik karakterde gizlidir: Ailesini geçindirmek için kötü işler yapmak zorunda kalan, ancak ruhundaki derin Hristiyan inancını ve şefkatini asla kaybetmeyen Sonya Marmeladova. Sonya, aklın ve kibrin değil, koşulsuz sevginin, fedakârlığın ve acı çekerek arınmanın yolunu temsil eder.
Raskolnikov'un dayanılmaz ruhsal yükünü taşıyabildiği tek kişi Sonya olur ve suçunu ilk ona itiraf eder. Sonya'nın rehberliğinde Raskolnikov, entelektüel gururunu bir kenara bırakıp insanlığın ortak ahlaki yasasına boyun eğmesi gerektiğini yavaş yavaş anlar. Roman, Raskolnikov'un polise teslim olmasıyla sona erer, ancak onun asıl ruhsal yeniden doğuşu, Sibirya'daki sürgünde, Sonya'nın sarsılmaz sevgisi ve sabrı sayesinde başlayacaktır. "Suç ve Ceza", aklın tek başına insanı kurtaramayacağını, bir teorinin bir insan hayatından daha değerli olamayacağını ve gerçek kurtuluşun ancak sevgi, iman ve alçakgönüllülükle mümkün olabileceğini anlatan, insanlık durumuna dair yazılmış en büyük eserlerden biridir.
|