Dostoyevski'nin 1848 yılında, henüz genç bir yazarken kaleme aldığı ve "sentimental roman" alt başlığını taşıyan "Beyaz Geceler", yazarın en lirik, en şiirsel ve belki de en naif eserlerinden biridir. Eser, Dostoyevski'nin ileriki dönem romanlarını karakterize eden karanlık, felsefi ve teolojik derinliklerden uzak, bunun yerine insan ruhunun en saf, en hayalperest ve en kırılgan yönlerine odaklanan bir aşk hikâyesidir. Romanın tüm atmosferi, adını aldığı, St. Petersburg'un yaz aylarında gecenin tam olarak çökmediği, gün ışığının alacakaranlıkla birleştiği o büyülü "beyaz geceler" fonunda şekillenir. Bu rüyayı andıran zaman dilimi, romanın başkahramanının zihin durumu için mükemmel bir metafor işlevi görür.
Konu
Eserin merkezinde, ismini hiç öğrenemediğimiz, yirmi altı yaşında, son derece yalnız ve toplumdan yalıtılmış bir "hayalperest" yer alır. Bu genç adam, gerçek hayatta hiçbir bağ kuramadığı için mutluluğu ve teselliyi tamamen kendi zihninde yarattığı fantastik dünyalarda bulur. St. Petersburg'un sokaklarında binalarla konuşarak, kendi kendine hikâyeler uydurarak gezinir. Onun için hayat, yaşanması gereken bir gerçeklik değil, üzerine hayaller kurulacak bir tuvaldir. Bir beyaz gece, yine bu yalnız gezintilerinden birinde, bir köprünün korkuluklarına yaslanmış ağlayan genç bir kadınla, Nastenka ile karşılaşır. Bu karşılaşma, hayalperestin hayatında gerçeklikle kurduğu ilk ve tek köprü olacaktır.
Dört gece boyunca süren buluşmalarında, bu iki yalnız ruh birbirlerine kalplerini açarlar. Hayalperest, ona kimseye anlatamadığı "hayalperest" yaşamını, zihninin içindeki kalabalıkları ve gerçek dünyadaki derin yalnızlığını itiraf eder. Nastenka ise kendi hüzünlü hikâyesini paylaşır: kör büyükannesiyle yaşayan, bir yıl önce evlerine kiracı olarak gelen bir gence âşık olmuş ve o gencin bir yıl sonra geri dönme sözüyle beklemeye başlamış genç bir kızdır. O gece, beklediği sürenin son gecesidir ve sevgilisi henüz gelmemiştir. Bu dört gece boyunca hayalperest, Nastenka'ya derinden âşık olur; onun acısını paylaşır, ona umut verir ve hayatında ilk defa bir başkasının mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koyar.
Roman, dördüncü gecenin sonunda, Nastenka'nın artık umudunu yitirip hayalperestin aşkını kabul etmeye hazırlandığı o kırılgan anda doruk noktasına ulaşır. Tam da hayalperest, hayatında ilk kez gerçek bir mutluluk anını yakaladığına inandığı sırada, Nastenka'nın beklediği sevgilisi caddenin karşısında belirir. Nastenka, kısa bir tereddüdün ardından hayalpereste minnet dolu bir mektup bırakarak koşar ve sevgilisine kavuşur. Hayalperest bir kez daha tek başına kalmıştır, ancak bu kez kalbi kırık olsa da ruhu zenginleşmiştir. Romanın sonunda, yaşadığı o kısacık mutluluk anı için Tanrı'ya şükreder: "Tanrım! Bütün bir mutluluk anı! İnsan ömrü için bu bile az mı?" "Beyaz Geceler", hayallerle gerçekliğin kesiştiği o ince çizgide yaşanan saf bir aşkın, fedakârlığın ve en nihayetinde, kaybedilmiş olsa bile yaşanmış bir anın güzelliğinin dokunaklı bir anlatısıdır.
|